ÖZLEDİĞİMİZ TÜR TOPLUM OLMAKTAN UZAKLAŞMAMALIYIZ

ÖZLEDİĞİMİZ TÜR TOPLUM OLMAKTAN UZAKLAŞMAMALIYIZ

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Avrupa Birliği Anayasasının Fransa ve ardından Hollanda seçmenleri tarafından onaylanmaması, diğer üye ülkelerin siyasi lider kadroları arasında pek memnuniyet yaratmasa bile beklenmeyen bir sonuç değildi. Referandumdan bir hayli süre öncesinden başlayarak, her iki ülkede de çoğunluğun yeni anayasayı onaylama yanlısı olmadığı biliniyordu. Fransa’da son dakikada kamuoyunda olumluya doğru bir kayma olabilir mi diye ümit edildi. Nitekim, bir hareketlilik de yaşandı ama, beklenen yönde değildi.  Şimdi sonuçları herkes kendi tercihleri doğrusunda yorumlamaya çalışıyor. Bir bakıyorsunuz, Türkiye’ye dostane yaklaşmayan biri çıkmış, referandum Türkiye’nin üyeliğinin kabul edilemeyeceğini bir defa daha gösterdi diyor. Bir başkası Polonyalı muslukçu korkusundan sözediyor. Kimine göre Fransızlar Jacques Chirac’a duydukları kızgınlığı ifade etmişler, kimine göre Fransa’nın bağımsızlığını savunan milliyetçi bir tepki vermişler, Avrupa Birleşik Devletleri fikrini reddetmişler. Avrupa vatandaşlarının, siyasi seçkinlerin topluma danışmadan bir bütünleşme hareketine kalkışmasına karşı duydukları tepkiden de söz eden var,  Euro’nun yol açtığı hayat pahalılığının protesto edildiğinden de. Gazeteleri tarayın, televizyonlarda yapılan tartışmaları izleyin, halkoylamasında hasıl olan sonucun çeşitli gerekçelere dayandırıldığını göreceksiniz.

 

         AB Anayasası halkoylamasında kimin neden oy verdiğini bilmek çok mu önemli? Evet önemli. AB Anayasasının AB’nin inşasında temel direklerden biri olduğu kabul edilen Fransa tarafından reddedilmesi, bu bütünleşme hareketinin geleceğini belirsizleştiriyor. Eğer, topluluğun birlikteliğini koruması ve geliştirmesi isteniyorsa, Anayasaya karşı çıkışların iyi tahlil edilmesi, ona göre politikalar oluşturulması lazım. Ancak sorunun teşhisi ilk bakışta göründüğü kadar kolay olmayabilir. Örneğin, bir kısım gazetelerimizde Fransız seçmenlerin hangi saiklerle AB Anayasasına karşı oy kullandıklarına ilişkin rakamlara yer verildi. Açıklamalara göre, Türkiye’ye karşı olmak diğer gerekçelerle karşılaştırıldığı zaman pek önemli değilmiş ve beşinci sırada geliyormuş. Böyle bir durum karşısında aklıma şu soru geliyor: Eğer Türkiye’nin adaylığı söz konusu olmasaydı, Türkiye’nin üyeliğine karşıyım diyenler acaba anayasa lehine oy verecekler de sonuç olumlu mu çıkacaktı? Bu sorunun doğru yanıtını bilmiyoruz ama anketler yoluyla bilgi edinme konusuna aşina olanlar, insanların belirli bir konuya karşı vaziyet alışlarının karmaşık bir düşünce kümesini oluşturduğunu, bu kümede birbiriyle çelişen unsurlar bulunabileceği gibi, aralarında mantıkla açıklanmayacak bir şekilde bağlantılar kurulduğunu da bilir. Ayrıca, insanlara referandumda “neden olumsuz oy kullandınız” diye sorulmasıyla, “oyunuzu en fazla etkileyen husus nedir” deyip de kişiye işaretleyebileceği farklı tercihler sunulmasının aynı sonucu vermeyeceği de bilinen konular arasındadır. Görüyorsunuz sebep-sonuç ilişkilerini belirlemek pek kolay değil. Herhalde Avrupalı liderler daha uzun süre nedenler üzerinde tartışmağa devam edecekler ve yeni politikalar oluşturmaya gayret edecekler.

 

         Fransa ve Hollanda’daki halkoylamalarında elde edilen sonucun nedenleri ne olursa olsun, ülkemizin üyelik müzakerelerine başlaması ve üyelik sıfatını kazanabilmesi açısından üzerinde durulması gereken bir olguyla karşı karşıyayız. Bu konuda da farklı değerlendirmeler yapılıyor. Bazı gözlemciler, güçlü bir siyasi birlik geliştirme planlarının uygulanamayacağının anlaşıldığını, hedefin ağırlıklı olarak iktisadi birlikle sınırlanması durumunda ise, Türkiye’nin AB ile bütünleşmesinin kolaylaşacağını ileri sürüyorlar. Bazıları buna, AB Anayasası’nın Türkiye’nin uyması beklenen standartlar çıtasını daha da yükselttiğini, Anayasadan vazgeçilmesi durumunda Türkiye’nin standartlara daha kolay uyum sağlayabileceğini de ekliyor. Tabii, farklı sonuçlara varanlar da az değil. Bazı gözlemciler, oylamanın Avrupa’nın genişleme sürecini yavaşlatacağını, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin sonuçlanmayacağını ya da tam üyelik dışında formüllerle sonuçlanabileceğini söylüyorlar. Sonbaharda yapılacak Alman seçimlerinde Hırıstiyan Demokratların kazanmasının beklenmesi, işlerin pek de tasarlandığı gibi gitmeyeceğinin bir başka göstergesi olarak değerlendiriliyor.

 

         Acaba halkoylaması sonuçlarına ilişkin olarak Türkiye’nin yapması gereken şeyler var mı? Halkoylaması sonrasında ortaya çıkacak olasılıklara karşı önlem almak gerekir mi? Bunların neler olması uygun olur? Bu soruların cevapları uzun uzun tartışılacaktır. Ancak, bir hususta değişiklik yapmayacağımızı temenni ediyorum. Türkiye AB’ne üyelik yönünde ilerlemenin gereklerini “artık bizi hiç almayacaklar” türünden kaygılara kapılmadan yerine getirmeye devam etmelidir. Daha demokratik, insan haklarına daha saygılı ve piyasa ekonomisi kurallarının daha iyi işlediği bir toplum olmak, AB ile kurmak istediğimiz bağlardan bağımsız olarak arzuladığımız değerler olsa gerek diye düşünmek isterim. AB üyeliğinin gerektirdiği yönde değişimi devam ettirirsek, zaten olmayı arzuladığımız bir toplum modeline doğru yol alırız. “AB’nin nereye gittiği belli değil, Türkiye ile ilgili tavrı da karışık” türü gerekçelerle tempomuzu düşürecek olursak, salt AB’ne tam üyeliğin uzağına düşmeyiz, özlediğimiz türden bir toplum olmaktan da uzaklaşırız.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap