HRANT DİNK DURUŞMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

HRANT DİNK DURUŞMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

İlterTURAN                                      

                                                                    siyaset penceresi

 

Düşünüyorum da, acaba ben bir yabancı olsam ve Türkiye’de hafta içinde duruşması yapılan Hrant Dink’in öldürülmesi davasını izlesem ne düşünürdüm? Bu davaya ilişkin bütün olayları özetlemeye niyetli değilim ama bazılarını gelin birlikte hatırlayalım. Katili mahkemeye getiren resmi plakalı aracın üzerinde bir amblem. Üzerinde devlete de sızdığı anlaşılan sağ uçtaki örgütlerin pek itibar ettiği bir slogan “Ya Sev,Ya Terket.” Buraları bizden sorulur deyip, kendilerini ülkenin esas sahibi sananlardan oluşan bu örgütlerin ırka dayalı anlayışlarını benimsemek istemiyorsanız, ülkenizi terketmeniz isteniyor. Anlaşılıyor ki, ülkeyi sevmek onlar gibi düşünmekten geçiyor, yoksa doğduğunuz topraklarda size yer yok. Dünyanın her ülkesinde bu tip akımlar vardır diyerek önemsemeyebilirsiniz ama yazı resmi plakalı bir aracın üzerinde. Üstelik, bu işleri denetlemekle görevli bir yetkili (kim olduğu belirtilmemiş) arabalara herkesin birşeyler yapıştırdığını açıkladıktan sonra, olayı tabii karşıladığını söylüyor.

 

         Hrant Dink’i öldürdüğü belli olan on sekiz yaşından küçük delikanlıyı yakalayanların ona bir kahraman muamelesi yaptıkları artık şüphe edilemeyecek kadar netleşiyor. Başlangıçta sadece güvenlik görevlileriyle çekilmiş  poz poz resimler vardı. Şimdi anlaşılıyor ki, kolluk kuvvetlerinin bir bölümü, sadece Ogün Samast’a dostluk göstermekle kalmamış, olayla ilişkilendirilebilecek herkes etrafında bir koruma çemberi oluşturmuş. Örneğin, onu suça teşvik etmiş olabilecek bir kişiye ilişkin belgeler ulusal güvenlik nedeniyle mahkemeye verilmeyecek. İmha edildiği söylenmiş. Zaten, bütün bu olay sırasında olaya ilişkin delil sağlamak konusunda genel bir isteksizlik kolluk kuvvetlerine hakim oldu. Fakat ele geçen mahdut deliller bile yeterince dehşet verici. Bir polis görevlisi cinayeti önceden bildiği, hatta tahrik ettiğinden kuşku duyulan kişiyle konuşuyor. Bu konulardan anlamayan bir kişi konuşmanın gazetelere düşen metnini okuduğu zaman, konuşmanın aynı çeteye mensup kişiler arasında geçen bir cinayet muhabbeti olduğuna hükmetme yanılgısına düşebilir.

 

         Hrant Dink’i katletme işinin tasarlandığı anlaşılan vilayetin emniyet müdürü ve valisi, olayla ilgisi olduğundan kuşku duyulan emniyet görevlileri hakkında soruşturma açılmasına izin vermiyor. Sorumluluk bölgesinde yasaların


içinde yer bulması mümkün olmayan bir örgütlenmeyle ilgili önlem alamayan müdür daha önemli bir göreve getiriliyor. Yine kusurlu bir başka görevli de taltif edilirmişcesine onun yanına gönderiliyor. İsterseniz, örnekler eklemeyeyim de, sorduğum soruyu yanıtlayayım: Hrant Dink davasını yurtdışından izlesem Türkiye’de hukuk devletinin yeterince güçlü olmadığınına, iyi işlemediğine hükmederdim.

 

         Her toplumda bazı kamu kuruluşları ve kamu görevlileri işlerini yaparken hukuk devleti anlayışından uzaklaşan eylemlerde bulunabilr, davranışlar sergileyebilirler. Kamuoyu, basın, siyasi partiler, parlamentolar bunları denetlemeye, düzeltmeye çalışırlar. Ancak, geçmişten gelen alışkanlıklarla ülkemizde bazı kurum ve görev sahiplerinin toplumun denetimi dışındaymış gibi hareket etmeleri oldukça yaygın. Hele hukuktan uzak düşen davranışınızı bir ulusal güvenlik çerçevesine yerleştirmeyi başaracak olursanız, istediğinizi yaparsınız. Son yıllarda, biraz kendi gelişme çizgimizin, biraz da Avrupa Birliği ile gelişen ilişkimizin ürünü olarak, bir hukuk devletine yakışmayan uygulamalara karşı daha yüksek duyarlılık sergiliyor, bunları engellemekte daha duyarlı davranmağa gayret ediyoruz. Maalesef, en başarısız kaldığımız alanlardan başında azınlıkların haklarının, hukukunun korunması geliyor. O alanda adeata görünmeyen bir el hukuk devletine yakışmayan yolları zorluyor.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve Türklerin kendi yurtlarından edilmek istenmesinin bilinçaltımızda yarattığı derin güvensizlik dolayısıyla, gayri-Müslim azınlıklara derin bir şüphe ile bakıyoruz. Aslında yıllar içinde, biraz da izlenilen siyasetler sonucunda, bu kesimin gerek toplam nüfus içindeki payı gerek mutlak sayısı çok azaldı. Toplum olarak güçlendik, dünyada kendisinden giderek daha fazla sözedilen, ekonomisi dünya klasmanında hergün yükselen, ordusu diğerlerine kıyasla temayüz eden bir ülke olduk. Çok uluslu imparatorluğumuzun dağılması döneminin ortamı çoktan değişti. Ülkemize vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin fark gözetilmeksizin aynı haklardan yararlanmasını sağlayabilecek kadar güçlü olduk ama yine de özgüvenimiz yeterince güçlenmedi. Dolayısıyla azınlıkları yaşam alanlarını sınrlıyoruz, cemaat vakıflarına el koyuyoruz, onlara kamu hizmetinde yer vermiyoruz, din adamı yetiştirmelerini zorlaştırıyoruz.

 

Hrant Dink cinayetinin son duruşmasına ilişkin haberleri okurken, ülkesine gönülden bağlı olduğunu bildiğim bir vatandaşımızı koruyamamış olmamazın acısını derinden hissettim. Fakat, dile getirmeğe çalıştığım gibi, bundan öteye, ülkemizi zenginleştiren, dış dünya ile bağlarımızı güçlendiren azınlıklarımızın güvenini, huzurunu, diledikleri gibi yaşamaları özgürlüğünü sağlamak ve korumak sorumluluğunu taşıdığımızı, bu sorumluluğun gereğini eksiksiz yapmak  zorunda olduğumuzu hatırladım. Bilmem acımı ve üzüntümü paylaşır mısınız?

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap