İKÖ ÜYELİĞİ ULUSAL GÜCÜMÜZÜ ARTTIRIYOR
İslam Konferansı Örgütü’nün Yemen’deki toplantısı birbirinden farklı iki nedenle Türkiye açısından önem arzediyor. İlkin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilk defa toplantıda bir devlet olarak yerini aldı. Bu önemli bir gelişmedir. Bildiğiniz gibi, İslam Konferansı Örgütü veya bu teşkilatın üyesi herhangi bir ülke, şimdiye kadar KKTC’nin ayrı bir devlet olarak kabul görmesini ima edecek davranışlardan dahi ısrarla kaçınmıştı. Bu tutumun tamamen terkedildiğini ileri sürmek için belki biraz erkendir ama bir değişiklik olduğu da kesindir. Ortaya çıkan değişmeden Kıbrıs Rum Yönetimi de rahatsız olmuş olmalı ki, toplantıya gözlemci olarak katılan büyükelçisi aracılığıyla Serdar Denktaş’ın toplantıya bir devletin bakanı olarak katılmasını engellemeye çalışmış ama başarılı olamamıştıur. Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Türklerini ciddiye almasının ve iki devletli bir toplum formülünü benimsemesinin yolu, Kuzey Kıbrıs’ın bağımsız varlığının uluslararası arenada tescil olunmasından, kabul görmesinden geçmektedir. Bu kabulun, Kuzey’e uygulanan tecridi yumuşatma sözü veren fakat kendi eliyle üye yaptığı Rum Yönetiminin şerrinden korktuğu için henüz sözünde duramayan Avrupa Birliği’nden gelmesi söz konusu olamayacağına göre, başka ülkelerden gelmesini sağlamaya çalışmak en uygun yoldur.
Acaba İslam Konferansı örgütü Kuzey Kıbrıs’a dönük yaklaşımında neden eskiye nazaran daha anlayışlı davranıyor der siniz? Hükümetimiz, bunu kendi uyguladığı politikanın bir başarısı olarak yorumlamak isteyecektir. Kısmen haklı da olabilir. Buna karşılık, Türkiye’den kaynaklanmayan bir kısım değişmelerin katkısını azımsamamak gerekir. İKÖ’de normal olarak başı çeken ülkelerden her birinin başı derttedir. Değişim baskıları altında bunalmakta, fakat bir türlü ciddi bir değişim yoluna girmeye cesaret edememektedirler. Demokratik yönetimi sayesinde değişim baskılarıyla daha başarılı biçimde uyum sağlayan Türkiye, diğerlerinin zayıfladığı bir ortamda eskiye göre daha güçlü bir konuma gelmiştir. Türkiye’nin dostlarını ikna etmekteki ağırlığı artmış gözükmektedir. Ayrıca, iki kutuplu dünya döneminde bağlantısızların içinde yer almaya çalışan, bu bakımdan İKÖ’nün çoğu üyesinin kendisi yakın hissettiği Rum Yönetiminin uluslararası konumu da değişmiştir. Rum Kıbrıs günümüzde Avrupa’nın pek de önemli olmayan bir uzantısına dönüşmeye başlamıştır. Şu ana kadar söylediklerimize ülkemizin günümüzde bölgede giderek artan iktisadi ağırlığını da eklemek gerekir. Annan Planını benimsemiş olmasının verdiği manevi üstünlüğü de değerlendirerek, Türkiye’nin İKÖ toplantısında açılan gediği genişletmeye çalışması gerekiyor.
İKÖ toplantısının ülkemiz açısından taşıdığı önemin ikinci kaynağı, bu toplantıda Dış İşleri Bakanımızın değişimin fikri önderliğini yapmasıdır. Türkiye’nin İKÖ üyesi dostlarına tavsiyelerinin başında değişimi kendilerinin başlatması gerektiği gelmektedir. Sayın Gül, daha önce de, muhtelif vesilelerle, değişimi kendi içinda başaramayanların dış baskılar aracılığıyla değişime zorlanacağını ifade etmiştir. Reformlara yön verecek kavramların başına da kadın-erkek eşitliği ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri koymuştur. Zaman zaman yaşanılan olaylar karşısında kendimizin bile yeterince özümsediğinden hepimizin emin olamadığı değerlerin diğer üyeler tarafından inandırıcı bulunması mümkün olacak mıdır? Buna ancak göreceli olarak evet diyebiliriz. Gerek kadın-erkek eşitliği, gerek hukukun üstünlüğü konularında dönem dönem sergilediğimiz başarısızlıkların, diğer İKO üyeleriyle karşılaştırılamayacak kadar hafif oldukları muhakkak. Evet, Kadınlar Günü gösterileri sırasında polisimiz bir takım bayanı yerlerde sürükledi ama sadece ülke dışından değil, toplumdan da gelen tepkiler üzerine, hükümet sorumluları belirleme ve cezalandırma yoluna gitti. Ya da, başbakanımız zinanın ceza yasasında yer alan bir suç olması gerektiğini işaret buyurdu ama, düşünceleri sözde kaldı, icraata dönüşemedi. Parlamentoda yeterince kadın milletvekilimiz yok ama genellikle bunun istenen bir durum olmadığı teslim ediliyor. Bir üye ülkenin parlamentosunda kısa süre önce şahit olduğumuz, bir kadının kabinede görevlendirilmesi üzerine ona yöneltilen yuhalamalar Türkiye’de tahayyül dahi edilemez. Benzer gözlemleri hukukun üstümlüğü ile ilgili olarak da yapabiliriz