CENNETTE NATO TARTIŞMALARI

CENNETTE NATO TARTIŞMALARI

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Şipan Adası, Dubrovnik’in on iki mil uzağında, Elafit Takımadalarının en büyüğü. Beşyüz civarındaki yerli nüfus incecik bir asfaltla birbirine bağlanan iki köyde yaşıyor. Köylerde iki katlı taş binalar hakim. Birçok tarihi yerleşme biriminde olduğu gibi, sokaklar dar. Geçim balıkçılık, tarım ve turizmle sağlanıyor. Otel ve restoranlar deniz kıyısında yoğunlaşmış.  Yürüyüş yapmak, muhtelif plajlara ulaşmak için kullanılan patikalarla bütün ada dolaşılabiliyor. Kıyıya yakın yerlerde balık çiftlikleri kuracak başarılı işadamlarının türemesine müsaade edilmediği için deniz pırıl pırıl. Arazi ise yeşilin muhtelif tonlarından oluşan ormanlarla örtülü. Cennetten bir parça. Böyle bir yerde dünya sorunları kolay akla gelmeyebilir fakat Hırvatistan Atlantik Konseyi “NATO ve Güney Avrupa” başlıklı konferansı burada düzenlemiş. Ortamın sakince ve güleryüzlü tartışmaya elverişli olduğu düşünülmüş olmalı.

 

         “Güney Avrupa” ifadesi son zamanlarda sıkça kullanılıyor. Biz aynı yöreyi Balkanlar diye biliriz. Ancak, Balkanlar denince insanın aklına olumlu şeyler gelmiyor: Bitmek tükenmek bilmeyen etnik çatışmalar, insanlığın sınırlarını zorlayan vahşet. Eski bir anlayışa göre, Avrupa Balkanlar’da bitermiş. Günümüzde durum biraz farklı. Varşova Paktı’nın dağılmasından ve Sovyetlerin çökmesinden sonra Romanya ve Bulgaristan NATO’ya üye oldu. Kısa sürede Avrupa Birliği’ne de üye olacaklar. Bu kucaklayışın altında, anılan ülkelerin Avrupa demokrasileri ve ekonomik sistemi ile bütünleşmeleri ve bölge istikrarı için bir sorun oluşturmamaları ümidi yatıyor.

 

Arnavutluk ve dağılan Yugoslavya’dan doğan yeni ülkelerin oluşturduğu Batı Balkanlar ise Doğu Balkanlar’da görülen gelişmenin dışında kaldı. Her biri komşu ülkenin ahalisinden bir miktar nüfus barındıran yeni devletler, kuruldukları günden itibaren sınırlarını etnik ve tarihi esaslara göre yeniden çizebilmek ümidi ile birbirlerine saldırdılar. Durumu nisbeten zayıf görünen Bosna’yı ise parçalayıp ortadan kaldırabileceklerini düşündüler. Olmadı. Bir yandan tarafların tükenmeleri, diğer yandan uluslararası camianın sergilenen vahşete karşı NATO aracılığıyla nihayet müdahale etmesi, çatışmaları sona

erdirdi. Sonuç almak kolay olmadı. Sırp direncinin kırılması için Belgrad’ın bombalanması bile gerekti. İşler bitmiş de değil. Karadağ’ın Sırbistan’dan


ayrılması kısa bir süre önce gerçekleşti, acaba varlığını sürdürebilecek mi? Kosova’da da herhalde bağımsız bir devlet kurulacak ama, bu sonuç Sırplara nasıl kabul ettirilecek? Eğer uluslararası destek azaltılacak ya da bitirilecek olursa, acaba Bosna-Hersek varlığını sürdürebilir mi, yoksa Sırplar hemen kopup Sırbistan’a mı katılırlar, bunun cevabını da kimse kestiremiyor.  

 

         Batı Balkanları istikrara kavuşturmak için sihirli bir formül yok. Yapılabilecek şeyler arasında bölge ülkelerinin Avrupa güvenlik sistemine bağlanmaları, Avrupa ile iktisadi alanda bütünleşmeleri var.  Toplantıya katılan akademisyen, diplomat, asker ve en önemlisi genç lisanüstü öğrencilerinden hissedebildiğim kadarıyla, duruma karışık duygularla yaklaşıyorlar. Bir yandan kendilerini aralarında NATO’nun da önemli bir yer işgal ettiği Avrupa-Atlantik kurumlarından dışlanmış hissediyorlar. Tattıkları yalnızlık duygusu onları bu kurumlara yakınlaştırıyor. Transatlantik güvenliğinin, Avrupa bütünleşmesinin bir parçası olmak istiyorlar. Diğer yandan, böylece denetlemekte zorlanacakları bir değişim rüzgarının kapısının açılmasından endişe ediyorlar. Yol haritalarının büyük devletler tarafından çizildiği, kendilerine de kararlara uymak görevi düşen bir duruma düşmek korkusu yaygın. Şu ana kadar yaşadıkları değişimin özlenen sonuçları vermemiş olması endişelerini daha da güçlendiriyor. Örneğin, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi pek şeffaf olmamış, bazı kişilere kolaylık gösterilmiş, zenginler yaratılmış. Büyük sermayenin ülkeleri işgal edip, herşeyi teslim alması gibi, gerçekçiliği tartışılabilecek bir korku sıkça dile getiriliyor. Dünyanın olmadık yerlerindeki harekatlara asker göndermeleri istenebilir mi, böyle bir talebe hayır diyebilirler mi, Soruluyor.

 

         Bir ülke değişen dünyadaki yerini, rolünü, dünya ile nasıl ilişkilerini nasıl şekillendireceğini belirlerken sıkıntılar çekilmesi, kafa karışıklıklarının yaşanması,  herşeye kuşkuyla yaklaşılması doğal. Bunu kendi tecrübemizden de biliyoruz. Konuşma, tartışma, bilgilendirme, yaşanan değişimi anlamlandırmayı, korkuları gidermeyi, değişimin olumlu potansiyellerini görmeyi kolaylaştırıyor. Balkanların istikrarı ve iktisadi gelişmesi Türkiye’nin güvenliğini ve refahını yakından ilgilendiriyor. Bölgeye ilgi ve desteği esirgememiz gerek. Acaba diyorum, Batı Balkan ülkelerinden gençlere ülkemizin iyi kurumlarında uluslararası ilişkiler ve iktisat doktorası yapmaları için burs vermek düşünülebilir mi? Bu ülkeler küçük, akademik kurumlarının sayısı da az, ilerlemek isteyen genç sayısı ise az değil. Karadağlı, Kosovalı, Makedonyalı gençlerin böyle bir fırsatla ilgilenecekleri izlenimini aldım.

 

         Görüyorsunuz, yeryüzü cennetleri bile NATO, AB, güvenlik ve refah sorunlarını unutmaya olanak vermiyor. Tersine, nunları düşünme fırsatı yaratıyor.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap