MÜZAKERELERE HAZIRLANMAYA BAŞLAMALIYIZ
İlter TURAN
siyaset penceresi
Avrupa Birliği ile 3 Ekim’de başlayacak olan üyelik müzakerelerine hazırlık yapmak konusunda aceleci ve belki de istekli davranmadığımız son günlerde sıkça söylenir oldu. 17 Aralık 2004’e kadar her yere yetişen başbakanımız ve ilgili hükümet üyelerimizin şimdilerde aynı tempoyu devam ettirmediklerini söylemek için olayları pek yakından izlemeye gerek yok. Belki AB’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’nin gösterdiği esnekliğe herhangi doyurucu bir karşılık vermemiş olmaktan öteye bir an önce gümrük birliği protokolünü Kıbrıs’ı da kapsayacak şekilde imzalamamız için ısrarcı olması kızgınlık yaratıyor. Hernekadar komisyondan gelmese bile, AB içinden ve üye ülkelerden Ermenilerle ilgili taleplerin de sadece hükümetle sınırlı kalmayan bir öfkeye yol açtığını da görmemek mümkün değil. Fransa’nın ırkçılığa varan kaba yollara yönelmesi, bir ihtimal Türkiye’de yılgınlık yaratmayı ve ülkemizi AB projesinden kendi isteğiyle uzaklaştırmayı öngörüyor. Bu ve daha nice gelişme karşısında, vatandaşlarımız gibi, hükümetimizin de hevesi kırılmış olabilir.
Daha önce üyelik deneyimi yaşayanlar, müzakereler sırasında her türlü kendini beğenmişliğe, münasebetsizliğe, hatta küstahlığa hazır olmamız gerektiğini, çelikten sinirlere ihtiyaç duyacağımızı bize söylemişlerdi. Bilinmedik olaylarla karşı karşıya değiliz. Eğer üyelik konusundaki niyetimiz ciddi ise, bu sıkıntıları vesile ederek ilişkileri zamana bırakmak pek uygun bir yolmuş gibi gözükmüyor. Önümüzde bir takvim var. Bugün ne kadar yavaş ilerlersek, daha sonra işleri o kadar aceleye getirmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalacağız. Örneğin, hükümetin henüz başmüzakereci atamamış olmasını anlamak zor. Başbakanımız daha çok zaman var türünden bir açıklama yapmış. Evet, tarama sürecinin ve müzakerelerin başlamasına daha biraz süre var ama o aşamaya varıncaya kadar da yapılacak çok iş var. Herhalde Ekimin ilk günü başmüzakereci atayıp, bir gün sonra görüşmelere girmesini bekleyemeyiz.
Tamamladığımız hafta içinde Yunanistan’ın tanınmış diplomatlarından Byron Teodoropulos İstanbul’daydı. Yunanistan üyelik müzakereleri yaparken dış işleri müşteşarı olan büyükelçinin müzakereler sırasında öğrendiklerini, kazandıkları deneyimleri konu edinen bir konuşmasını dinledim. Değişik konulardaki gözlemlerinin hepsini aktarmak olanaksız ama bazılarını sizlere tekrar etmek isterim. İlk husus, zaman zaman başkaları tarafından da dile getiriliyor ama kamuoyumuz tarafından yeterince algılandığından emin olamıyorum. AB ile yapılacak görüşmelerin “müzakere” diye tanımlanması yanıltıcı bir izlenim veriyor. Günlük kullanımda müzakere sözcüğü tarafların ikisinin de poziyonunun değişebilir olduğu bir durumu anlatıyor. Halbuki, üyelik müzakerelerinde AB müktesebatı müzakereye konu teşkil etmiyor. Sadece aday ülkenin hangi konularda, nasıl ve ne kadar sürede müktesebata uyum sağlamayı tasarladığı tartışılıyor. Bunun çok önemli bir sonucu var. Müzakerelerin büyük bölümü AB ile değil, ülke içindeki aktörler arasında cereyan ediyor. Bilindiği gibi, müzakereler esnasında sayısı 29 ila 37 arasında değişebilecek fasıl açılacak. Konuların herbiri değişik devlet kurumlarını ve toplum kesimlerini ilgilendiriyor. Bunlar arasında bir yandan eşgüdüm, diğer yandan uzlaşma sağlamak, hepsini ortak pozisyonlara ulaştırmak gayret, maharet ve zaman meselesi.
Müzakereler öncesinde önceliklerin de iyi belirlenmesi gerekiyor. Müzakere için karşı tarafın ayıracağı zaman sınırlı. Ayrıca müzakerelerin makul bir süre içinde bitirilmesi isteniyor. Dolayısıyla, müzakere yapan ülkenin neyi istediğini, neyi istemediğini önceden kestirmesi, çok vakit kaybetmeden sonuca gitmeye çalışması gerekiyor. Ufak noktalar üzerinde fazlaca vakit kaybetmenin sonucu, önemli noktalarda müzakere için yeterli vakit kalmamasıdır. Halbuki, vakit çok önemli. Bunun iki nedeninden birincisini zaten dile getirdik: Vakit dar, müzakerelerin makul zamanda bitirilmesi isteniyor. Fakat, Yunanistan ikinci bir husus üzerinde de durmuş. AB Yunanistan ile müzakerelere başladıktan sonra İspanya ve Portekiz de müzakerelere başlamış. Yunanistan, bu iki ülkenin arayı kapamasına fırsat vermeden müzakereleri onların önünde bitirmek istemiş. Bunun bizle ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Son günlerde Ukrayna’nın da AB’ne girişinden söz edilir oldu da oradan aklıma geldi diyeyim.
Son bir husus. Yunanistan’da hükümet, nitelikleri her bakımdan göreve uygun bir başmüzakereciyi dışardan atamış. Bu kişi bakan yapılmış. Başbakan bu kişiye güçlü destek verdiği için, kimse onun siyasi gücü olmadığını iddia edememiş. Belki bu Yunan formülü işe uygun adam bulmakta güçlük çektiği izlenimini edindiğim hükümetimizin işini kolaylaştırır.
Müzakereler yaklaşıyor. Hazırlıklar müzakere tarihine kadar ertelenemez. Gecikmemiz, kararsız olduğumuz izlenimi veriyor; durumumuzu zayıflatıyor. Vakit kaybediyoruz. Bir an önce işe başlamalıyız.