KIBRIS ODAKLI GERİLİMLİ GÜNLERE HAZIR OLALIM
Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ın yeniden aday olmayı istememesi, Mehmet Ali Talat’ın ise seçim yarışını rakiplerine göre büyük farkla önde bitirmesi, Kıbrıs’tan çok Türkiye’de belirli çevrelerde rahatsızlık yaratmış gözüküyor. Örneğin bu işleri yakından izleyen ancak sonuçtan memnun olmayan bir akademisyene göre, seçimlere katılma oranı yüzde 65 olmuştur. Böyle bir sonuç, aslında seçmenin önemli bir bölümünün CTP’ni desteklemediği anlamına gelmektedir. Aynı kişi, seçim sonuçlarını belirleyen esas değişkenin Türk hükümetinin Denktaş’ı desteklemekten vazgeçmesi olduğunu da söylemektedir. Kısacası, Türkiye’deki Kıbrıs şahinlerine bakılacak olursa, Kıbrıs’taki seçim sonuçları kötüdür, Kıbrıs’ın “elden gitmesiyle” sonuçlanacaktır. Bunun müsebbibi ise Ankara hükümetinden başkası değildir.
Böyle bir mantıkla karşılaştığınız zaman, insanın aklına acaba tartışmaya nereden başlayayım diye bir soru geliyor. Örneğin, seçime katılma oranlarına bakarak seçim sonuçlarının meşruiyetini tartışmaya açmak tamamen yabancısı olduğumuz bir konu değildir. Hatırlayacaksınız, son seçimlerden sonra bu tür bir yaklaşım Türkiye’de de ifade edildi. Ne mutlu ki, seçmen katında fazla itibar görmedi. Malumu ilam etmek gibi olacak ama, herkesin seçime serbestçe katılma hakkı olduğu bir ortamda yapılan dürüst seçimler yoluyla alınan sonuçların meşruiyetinin tartışılmasının herhangi haklı bir gerekçesi bulunmamaktadır. Seçimden önce seçimin hangi kurallar çerçevesinde yapılacağı bilinmekte, seçimi kimin kazanacağı ise ancak tahmin edilebilmektedir. Seçmenler bu verilerin ışığı altında kendi yollarını belirlerler. Uygulanan kuralların verdiği sonucun bağlayıcılığını kabul ederler. Kaldı ki, seçime katılma oranları ancak bir zaman serisi içinde ele alınıp karşılaştırılırsa anlamlı sonuçlar çıkarılabilir. Yoksa herhangi bir seçimdeki oy kullanma oranlarının kendi başına düşük veya yüksek olduğunu iddia etmek pek anlamlı değildir.
Gelelim diğer konuya. Acaba, Sayın Denktaş’ın aday olmamasının ve Mehmet Ali Talat’ın seçimde başarı sağlamasının nedeni, Türk hükümetinin böyle bir sonucu arzulamış olması mıdır? Bu soruya evet demek için uzun süredir Kıbrıs’ta meydana gelen değişiklikleri görmezden gelmek ve siyasi duruma değişmezlik atfetmek gerekiyor. Türkiye’nin ve KKTC’nin 1974 sonrası izlediği yol bir tıkanma noktasına gelmişti. Kıbrıs Türk halkı refahını arttıramıyor, sürekli maddi ve ayrıca ülke olarak tanınmamanın manevi sıkıntılarını yaşıyordu. Dolayısıyla, Kıbrıs’ta bir siyasi değişiklik arzusu ve bunun siyasi tercihlere yansıması süreci bir süredir başlamıştı. Aynı sürecin Türkiye’de de işlediğini söylemek mümkündür. Son otuz yılda izlenen politika Türkiye’ye de maliyetler ve külfetler getirmiştir. Türkiye’de Kıbrıs politikasının gözden geçirilmesi, ülkemizin muhtelif dış politika hedefleriyle uyumlu hale getirilmesi istekleri son yıllarda sıkça dile getirilir olmuştur. Türk hükümetinin Kıbrıs’ı kaderine terketmesi söz konusu değildir. Çözüme daha açık bir politika izlenmeye çalışmaktadır. Nitekim, Annan Planı ile ilgili olarak yapılan ve Türklerin çoğunlukla olumlu oy kullandığı referandumdan sonra, Kuzey Kıbrıs’ın barışa ve çözüme engel teşkil ettiğine ilişkin değerlendirmelerde önemli değişmeler olmuştur. Bunun Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki baskıları azalttığı görülüyor. Muhtemelen daha da azaltacaktır.
Kıbrıs seçimlerini “Kıbrıs elden gidiyor, Türkiye Kıbrıs’ı terketti, Mehmet Ali Talat da satacak” diyenlerin bu sert ve onaylanması kolay olmayan değerlendirmeleri nereden geliyor? İlkin, İmparatorluğun çöküş travmasının etkisi altında kalarak günümüzü anlamlandırmaya çalışıp paniğe kapılanlar olabiliyor. İkinci olarak, bir kısım insanımız sadece Kıbrıs’a odaklanarak, bunun daha genel bir ilişkiler bütününün bir parçası olduğu gerçeğini ihmal ederek çözümler önerebiliyor. Fakat esas sorun daha derin galiba. Beğenelim, beğenmeyelim, ülkemiz son yıllarda bir yandan sosyo-ekonomik değişme sonucu, diğer yandan uluslararası alanda meydana gelen “iklim” değişikliğine paralel olarak köklü bir demokratikleşme süreci yaşıyor. Toplum, devlete karşı güçleniyor. Artık “memleketin ali menfaatleri ya da hikmet-i hükümet böyle gerektiriyor” sözleri inandırıcılığını kaybetmeye yüz tuttu. Devletin hükmetmeye alışmış kesimleri, güçlerinin zayıflaması anlamına gelen bu gelişmelerden hiç memnun değil. Keyfi olarak kullanmaya alışkın oldukları güç ve yetkiler ellerinin altından kayıyor. Başta Kıbrıs’ın bulunduğu “ulusal davalar” bu kesimin acil durumlar gerekçesiyle öne çıkardığı, gücünü pekiştirmek için kullandığı davalardı. Bunların çözüm yoluna girmesi, bir de üstüne Avrupa Birliği’ne doğru ilerlemek eklenince, ülkemizdeki güç yapısını değiştiriyor. Kıbrıs burada bir kısım devlet seçkininin gücünü koruma mücadelesinde bir dönüm noktası. Oradaki gerilimin yumuşaması, Türkiye’de güçlerini krizden alan çevrelerin güç yitirmesine yol açacaktır.
Kimsenin gücünü mücadle vermeden yitirdiği görülmemiştir. Kıbrıs odaklı gerilimli günlere hazır olalım. Fakat olayların temel gidiş yönü zaten Kıbrıs’taki seçimin sonuçlarıyla belirlenmiş bulunmaktadır.