ÖNCELİKLERİNİ BELİRLEMEKTE ZORLANAN BİR TOPLUM

ÖNCELİKLERİNİ BELİRLEMEKTE ZORLANAN BİR TOPLUM

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Siyasi liderlerimizin konuştukları konularla toplumun dertleri arasında ne kadar güçlü bir bağ var acaba? Etrafınıza bakın, televizyonları seyredin gazeteleri okuyun ve ondan sonra bir değerlendirme yapın. Örneğin, uzun süredir Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin değiştirilmesi gündemimizi işgal ediyor. Bu maddenin mevcut şekliyle muğlak olduğu kesin. Demokratikleşme ve hukuk devletini güçlendirme iddiasında olan herhangi bir iktidar, uzmanların yardımıyla hazırladığı bir değişikliği kısa süre için tartışmaya açtıktan sonra işi sonuçlandırabilir. Ama öyle olmuyor, tartışma uzadıkça uzuyor. Bana sorarsanız böylece muhalefete şov yapma olanağı da tanınıyor ama iş sonuçlanmıyor. Şu anda sizinle sokağa çıksak ve yoldan gelip geçenlere hükümetten ne beklediklerini sorsak, pek az kişi Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile ilgili bir talep ya da bekleyiş ileri sürecektir. O zaman Ceza Kanunu ile ilgilenmeyelim mi? Hayır, ilgilenelim ama bütün vaktimizi onu tartışmaya ayırıp, daha acil ilgi bekleyen konuların unutulmasının yolunu açmamalıyız.

 

         Acil ilgi bekleyen sorunlar az değil ki. Örneğin, gazeteler hergün yoğunlaşan asayiş ihlallerinin hikayeleri ile dolu. Tereddüde mahal yok, asayişsizlik yaygınlaşıyor. Kolluk kuvvetlerinin yeterince etkin olamadığı aşikar. Muhtemelen bunun bir kısmı sayısal azlıklarından, bir kısmı maddi ve eğitim olarak donanım yetmezliğinden, bir kısmı da elemanların motivasyon eksikliğinden ileri geliyor. Hükümet kendisine yakın olanlara , bu zevat başarısız olsalar bile, dokunmaya kıyamıyor. Personelin yozlaşması türünden başka sorunlar da mutlaka vardır. Ennetice, insanlarımız kendilerini güvende hissetmiyorlar. İşlerine giderken, evlerine dönerken, dostlarını ziyarete giderken korkuyorlar. Türedi çeteler, ham bir cüretle, yakalanma ve cezalandırılma şanslarının düşük olduğu inancı ile hareket ederek adam soyuyorlar, fidye almak için insan kaçırıyorlar, ucuz fiyata kiralık katillik yapıyorlar. Kapkaç amalı adiyeden. Gelgelelim, bu sıkıntıları gidermeye dönük herhangi bir ciddi hazırlık ve icraat dikkati çekmiyor.

 

         Yasanın kendisinden mi, iyi hazmedilmiş olmaması nedeniyle isabetsiz yorumlanmasından mı, savcıların özgürlükçü yorumlarında fazla cömert davranmalarından mı, yoksa eskisine göre daha liberal olan yeni yasaya kızıp da fazla hoşgörü sergilediklerinden mi  ileri geliyor, onu uzmanlara sormalı, fakat suç işlediği konusunda çok kuvvetli belirtiler olanlar, ayrıca sürekli suç


işleme eğiliminde olanlar sık sık yakalanıp serbest bırakılıyorlar. Hafta içinde yakalanan bir hırsızın muhteşem bir sicile sahip olduğu, daha önceki mahkumiyetlerine ilaveten halihazırda da çok sayıda vukuatı  bulunduğu, dolayısıyla ülkenin birçok yerinde hakkında davalar açılmış olduğu, yine de son “işinde” yakalandıktan sonra serbest bırakıldığı yazıldı.  Burada bir yanlışlık yok mu? Gerek siyasiler gerek yüksek bürokrasi neden bu gelişmeler karşısında kayıtsızlıklarını sürdürüyorlar? Siz anlıyorsanız bana anlatın, sadece müteşekkir olurum.  

 

         Toplumun ihtiyaçları ile siyasilerin ve devlet bürokrasisinin öncelikleri arasında ne ölçüde uyum var, o da ayrı bir mesele. Bu bazen saçmalıklara da yol açabiliyor. Yazılanlara bakılırsa, İstanbul Müftülüğü hutbelerde sağ elle yemek yemenin meziyetlerinden söz edecek, Batılılar gibi sol elle yemek yememek gerektiğini anlatacakmış. Kültürlü bir kişi olan İstanbul Müftüsü’nün bu işe önderlik ettiğini sanmak istemem. Lakin oldukça kapsamlı bir ahlak çöküntüsü yaşanan şu ortamda, sizce uğraşılacak konu yemeğin hangi elle yenmesi midir? Bu hutbeyi dinleyenlerin bir bölümü muhtemelen karılarına dayak atıyor, çocuklarını dövüyor, kendileri öyle uygun gördükleri için ya da maddi sebeplerle kızlarını evlenmek istemedikleri erkeklerle evlendirmeyi tabii karşılıyordur. Aralarında sigortasız işçi çalıştırarak, vergi kaçırarak, imkanları olmasına rağmen senetlerini ödemeyi geciktirerek diğer kulların hakkını yemekte beis görmeyenler az değildir. Acaba hutbelerde insanları yaptıklarının vicdani muhasebesini yapmaya davet etmek, cemaatin sıradan kabul ettiği işleri ahlaken sorgulamasını teşvik etmek, toplumun daha ciddi ihtiyaç duyduğu birşey değil midir? İnsanlara, şekil işleriyle uğraşarak dinin gereklerinin yerine getirileceğini düşündürtmek onları ahlaki sorunlardan uzaklaştırıp sahte bir huzura kavuşturabilir ama daha ahlaklı bir toplumun gelişmesine faydası olduğunu hiç sanmıyorum.  Bu konulara pek aklım da ermez ama her nedense sağ elle yemek yiyerek cennetin anahtarının edinilemeyeceğinden de eminim.

 

         Pragmatik yaklaşımlar kullanmak yerine her konuyu bir ideolojik sorunmuş gibi ele almak, öze ilişkin yaklaşımlar yerine şekil konularıyla yetinmek, sorunlarımızı teşhis etmekte, önceliklerimizi belirlemekte ciddi bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Sonra da dertlerimize çare bulamamaktan, sorunlarımızı halledememekten şikayet ediyoruz. Evet siyasi liderlerimiz ve bürokratlarımız kusurlu ama sormadan edemiyorum: acaba biz vatandaşlar da bir vicdan muhasebesi yapsak kötü mü olur? Bana, bu işte biz de pek masum sayılmayız bu gibi geliyor da. Bilmem siz de katılır mı sınız?

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap