GALİBA YİNE ÖYLE OLACAK, YAZIK!

GALİBA YİNE ÖYLE OLACAK, YAZIK!

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

Türkiye’yi düzenli izleyen bir iktisadi kuruluşun yazarı olayı pek güzel özetlemiş: İnandırıcılık inşa edilmesi çok zaman alan ama yıkılması çok kolay olan bir nitekliktir. Acaba bu sözleri niye söylemek gereğini hissetmiş dersiniz? Tabii ki yanılmadınız ve bildiniz. Hükümetimiz Merkez Bankası’na başkan atamasında herkesi şaşkına çeviren bir yol izledi. İlkin, görevini başarıyla yürüttüğü herkes tarafından teslim edilen bir banka başkanının süresi bitince görevini yenilemedi. Zaten daha çok önceden böyle bir niyeti olmadığını hissettirmişti. Efendim, başkanın ataması hükümetin takdirindedir, kim ne karışır demek kolay olmuyor. Nedenini anlamak için ikinci konumuza geçmek gerekiyor. Merkez Bankası özerk ve hükümet politikasını desteklemekle mükellef olmayan bir kuruluştur. Bankanın yakın zaman öncesine kadar  populist hükümet politikalarına para basarak kaynak yetiştirmeye mecbur bırakılan bir kurum olduğunu ve bunun sonuçlarını unutmak kolay değil. Dolayısıyla, hükümetin “bana kimse karışamaz, kimi istersem onu göreve atarım” demesi bankanın görevine ve korumakla yükümlü olduğu inadırıcılığa uygun bir tutum oluşturmuyor. Amerikan Anayasa mahkemesine  kendi avukatını atamaya kalkışmak kadar fütursuz iş gören George Bush bile, iş Federal Rezerv Bankası’na başkan atamaya geldi mi, piyasaların saygı duyduğu, güven veren ve bankada daha önce tecrübesi olan bir iktisatçıyı bu göreve getirdi.

 

         İş bununla da bitmiyor. Üçüncü olarak, Hükümetin banka katındaki etkisini kullanarak, başkanlığa vekalet etme işini bile kendisine yakın olduğu düşünülen kişilere bırakılmasını sağladığı, böylece teamüle uygun olmayan bir işleme yöneldiği anlaşılıyor.  Bunun sonucunda banka yönetiminde meydana gelen istifalar sonrasında görevde kalan tek tecrübeli yönetici de küstürülmüş ve ayrılması adeta sağlanmıştır. Tecrübeli üst kademe yönetcisi kalmayan bir örgütün ciddi yönetim sorunları ile karşılaşması, peşpeşe hatalı işler yapması işten bile değildir. Fakat hükümetimizin gamsızlığı bununla da bitmiyor. Cumhurbaşkanına götürülen atama kararnamesinde hangi isim ya da isimlerin(?) yer aldığı kamuoyuna spekülasyon yönü ağır basan bir süreç sonucunda ulaşmıştır.  Bu ismin (isimlerden birinin?) onaylanıp onaylanmayacağını bilmiyoruz ama, anlaşıldığı kadar, hükümetimiz yerleşik kıldığı bir alışkanlığı burada da devam ettirmekte herhangi bir beis görmemekte, işin uzun süreler vekalet usulü ile yürütülebileceğini düşünmektedir.

 

 

 

         Hükümetimiz iktidara ülke barajı sisteminin bir cilvesinin sonunda büyük bir parlamenter çoğunlukla geldi. Nasıl bir yönetim sergileyeceği bilinmiyordu. Ekonomik istikrar programına bağlı kaldı. Harcamaları denetim altında tuttu. Faiz dışı fazlayı öngörülenin üstündeki miktarlarda gerçekleştirdi. Özelleştirmelerde de başarılı oldu. Uzun yıllar sonra, belki de Cumhuriyet tarihimizde ilk defa artık Türkiye’nin kurumları iyi işleyen bir piyasa ekonomisine doğru geriye döndürülemeyecek şekilde ilerlediği düşünülmeye başlandı. Bu arada, gelişmiş piyasalardaki durgunluk ve getiri azlığı nedeniyle, sermayenin Türkiye’ye duyduğu ilgi arttı. Yabancı sermaye gelmeğe, yatırımlar artmaya başladı. İhracatımız da bir süredir olumlu seyreden yükseliş trendini sürdürdü. En son, konut alanında yaşanan hareketlilikle birlikte istihdam artışının hızlanacağı düşünülmekteydi. Şimdi, acaba bütün bu gelişmeler devam edecek mi diye herkes tereddüt geçiriyor. Bu durumun olumlu olduğunu söyleyebilir misiniz?

 

         Hükümetimiz kendisine dönük seçmen desteğinin iktisadi performansı ile yakından ilgili olduğunu yeterince farkında olmayabilir. Karşısında inandırıcılığı yüksek bir muhalefetin bir türlü oluşamaması sayesinde kamuoyu yoklamalarında şimdilik bir hayli önde çıkıyor da olabilir. Ama koşulların kötüye dönmesi durumunda bu desteğin buharlaşacağını kestirmek için herhalde derin uzmanlık sahibi olmaya gerek yoktur. Geçmişteki siyasi trendlere bakılacak olursa, iktidarı tek başına kuran bir partiye dönük destek zayıfladığı zaman, oylar dağılmaya başlamakta, pek de hayırla anmadığımız koalisyonlar dönemi geri gelmektedir. Kimsenin böyle bir dönemin geri gelmesinin özlemi içinde olmadığı aşikardır. Toplum refah artışı istiyor, siyasetçilerin özel gündemlerinin kurbanı olmak değil.

 

         Bazı sıkıntılar olmakla birlikte, işler fena gitmezken, hükümetin istikrarlı gidişi zora sokan girişimlerini anlamak zordur. Görülebildiği kadarıyla, başbakanımız herşeyin kendisinin sınırsız denetimi altında olmasını, olmayanların da denetimine girmesini arzuluyor. Bu arzusunu sınırlaması kolay olmayabilir ama ısrar ettiği takdirde, ülkemizin giderek daha fazla sıkıntıyla karşılaşması söz konusu olacaktır. Halbuki, Türk ekonomisinin dönüşmesini gerçekleştiren, devlet adamlığı gündelik siyasetçiliğine ağır basan bir lider olarak yolunda ilerlemesi söz konusu olabilirdi. Bu, giderek sıkça kullandığı ve çoğumuzun yadırgadığı usluba rağmen böyle olabilirdi. Fakat gidiş pek o yönde değil. Toplumumuzun bir kadersizliği var. Kendisini düzlüğe çıkaran liderler, sonradan yine sıkıntıya sokanlar oluyor. Galiba yine öyle olacak. Yazık!

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap