AZERBAYCAN SEYAHATİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

AZERBAYCAN SEYAHATİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 

İlter TURAN                                                                                 

                                  siyaset penceresi

 

1992 yılında Bakü’yü ilk ziyaretimde Azerbaycan’ın bağımsızlığının da ilk yılıydı. Her yerde bir çökmüşlük havası egemendi. Geçen yüzyılın başlarında petrolün bulunmasıyla bir zenginlik ve refah merkezine dönüşmekte olan kent, Sovyetlerin gelmesi sonrasında büyük bir ihmale terkedilmiş gibiydi. Kente egemen olan zarif mimari eserleri bakım ve tamir görmemişti. Sovyet mimarisi kaba ve sevimsizdi. İktisadi düzenin bozulmasından dolayı yokluk, fakirlik her yeri kaplamıştı. İnsanlar kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini kestiremiyor, kötümserliğe kapılıyorlardı. Eski düzenin devamını çıkarına uygun görenler az değildi. Bu kentte geçirdiğim dört-beş gün sonunda karışık duygularla dönmüştüm. I. Dünya Savaşı sonrası kısa bağımsızlık döneminde Türkiye ile kader birliği etmiş bu ülkenin yeniden bağımsız olmasına sevinirken, çöküntüye uğramış toplum manzarası beni üzüntüye sürüklemişti.

 

Geçen hafta, Marmara Grubu Vakfı’nın tertip ettiği bir heyetin bir üyesi olarak temaslarda bulunmak üzere Bakü’ye tekrar gittiğimde yepyeni bir Azerbaycan gördüm. 1992 yılını niteleyen çözülme ve çökme görünümü ve haleti ruhiyesi gitmiş, yerini canlılık kazanmış, geleceğe güvenle bakan bir toplum almıştı. Tabii, büyük kentin ihtişamlı görüntüsünün ülkenin diğer yörelerinde yaşanan sıkıntıları yansıtmadığını düşünmek mümkün. Nitekim, Ermenistan işgali dolayısıyla bir milyon insanın yerinden yurdundan olduğunu, bunların önemli bir bölümünün işsiz, yardıma muhtaç durumda bulunduğunu biliyoruz. Yine de Azerbaycan’ın bir toparlanma dönemine girdiği aşikar.  Ülkenin petrol gelirleri artıyor. Baku-Ceyhan boru hattından sevkiyat başlayınca daha da yükselecek. Pek de uzun olmayan bir vade sonunda doğalgazdan elde edilen gelirle maddi olanaklar daha da üst bir düzeye ulaşacak. Bizi kabul eden devlet başkanı İlhan Aliev, bu gelişmenin verdiği güvenle, ülkesinin askeri gücünün Ermenistan işgalinin sona erdirecek düzeye geldiğini, iki sene sonra Azerbaycan’ın salt savunma bütçesinin Ermenistan’ın toplam bütçesinden daha yüksek olacağını hatırlattıktan sonra, yine de bu sorunu kan dökmeden çözme arayışlarına devam edeceklerini vurguladı.

 

Türkiye, Azerbaycan’daki önemli aktörlerden biri. Bazı önemli yatırımlarda Türkiye’nin imzası var. İmar faaliyetinde de Türk firmaları önde geliyor. Ülkedeki Türk işadamları camiası o kadar genişlemiş ki, herbiri saygın


üye sayısına ulaşmış iki ayrı Türk işadamları derneği bile var. Neden bir değil de iki olduğunu ben anlayamadım ama, anlaşıldığı kadarıyla her ikisi de başarılı çalışmalar yapıyorlar. Doğaldır ki, iki ülke ilişkileri salt iktisadi alanla sınırlı kalmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri Azeri ulusal ordusunun kurulmasında öncü bir rol üstlenmiş. 30 Ağustos Zafer Bayramı için verilen büyük davete katılım, eminim ki birçok ülkenin ulusal gününde gerçekleşen katılımın üzerinde idi. Siyasi alanda da yakın işbirliği var. Bunun en son tezahürünün bir Azeri havayolu şirketinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne düzenli seferler başlatması olduğunu hepimiz biliyoruz. Başta Azerbaycan cumhurbaşkanı olmak üzere görüştüğümüz bakanlar, parlamento başkanı ve parlamenterler ülkelerinin böyle bir adımı atması konusunda herhangi bir tereddüt sergilemediler, bu adımın bazı tepkiler doğuracağını bildiklerini fakat bunu göğüslemeye önceden hazır olduklarını ifade ettiler.

 

Azerbaycan halkının ve yönetiminin hassas noktası ise Ermeni işgali. Azerbaycan yönetiminin uzlaşmaya dönük tutumunun aksine Ermenistan, bir yandan mevcut yönetimin Karabağ kökenli olması, diğer yandan diaspora Ermenilerinin kendilerine maliyeti olmayan aşırı milliyetçi bir yaklaşımı benimsemiş olmaları nedeniyle sert bir çizgi izlemeye devam ediyor. Şimdiye kadar, Azerbaycan’ın uzlaşıcı tutumu olumlu bir sonuç vermedi. Buna karşılık, Ermenistan Batı’da sahip olduğu sempatiden cesaret alarak Türkiye’nin Ermenistan hududunu açması için telkinde bulunuyor. Böyle bir jestin Ermenistan’ı diasporaya daha az muhtaç edeceği, dolayısıyla Ermenistan hükümetinin Azerbaycan’la müzakereye oturmasını kolaylaştıracağı akla gelmekle birlikte, bunun bedelinin Azeri dostluğunu kaybetmek olabileceği anlaşılıyor. Türkiye’nin bu konuda sandığı kadar geniş bir harekat alanı bulunmuyor. Son günlerde Ermenistan’ın Türkiye’yi Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a bağlayacak demiryoluna ihtiyaç olmadığını, bunun için tanıma olmadan Türkiye’ye geçit verebileceğini ilan etmesi, Ermenistan’ın da dayanma gücünün sınırına yaklaştığını akla getirmektedir.

 

Türkiye Orta Asya’ya Gürcistan ve Azerbaycan aracılığıyla açılmaktadır. Ana ulaşım yollarımız bu ülkelerden geçmektedir. Türkiye ise Azerbaycan’ın Avrupa’ya açılan bir kapısı hüviyetindedir. Türk-Azeri ilişkisinin dostça devamı vazgeçilmezdir. Bu dostluk salt hükümetler arası ilişkilerle sınırlı değilse de, kardeş ülkede demokratik bir ortamın oluşması, dostluğun daha sağlam temellere oturmasına büyük katkıda bulunacaktır. En istenilmeyen durum, Türkiye’nin Azerbaycan’da demokratikleşmesinin engelleri arasında görülmesidir. Türkiye, dostluğu hem hükümetler hem de halk düzeyinde yürütmek gibi her zaman kolay olmayan bir yol izlemek durumundadır. Dostluğu geliştirmenin en güvenilir yolu, iktidar ve muhalefetiyle, çok boyutlu, kapsamlı ve sivil toplumu da içeren ilişkiler geliştirmektir.

Sitemizde yayınlanan makale, yazı, döküman, dosyalar ve resimler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Copyright © 2014 Ruyiad Tüm Hakları Saklıdır.
Sitemap